Civan Değer'in yazısı
DAKTİLO NEWS- Tarih boyunca tekçi zihniyetler; bünyesinde bulunmak zorunda olan toplumlar ve farklılıklar için hep korku, ötekileştirme ve ayrımcılığa neden olup asırlarca acılar yumağında yaşamak zorunda bırakmıştır. Bu bağlamda da zaman zaman isyanlara ve bu isyanlar sonucunda da sarsıcı başkaldırılara neden olmuştur. Dünya tarihinde kimi başkaldırılar egemen sistemler tarafından bastırılsa da izleri sürmüştür. Bu temelde değerlendirdiğimizde PKK'nin doğuşu, direnişi, romanlaşması ve olgunlaşması ardından sürecini (görevini) tamamlayıp sonuç itibariyle silahları bırakması bir devrimin zirveye ulaşması anlamına gelir.
Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ulus - devlet inşası süreci, tekçi bir kimlik politikası üzerine kuruldu. Türk kimliği esas alınarak yürütülen bu siyasal ve kültürel mühendislik, farklı etnik kimliklerin, özellikle de Kürtlerin bastırılmasına neden oldu. 1925’teki Şeyh Said İsyanı, 1930’larda Ağrı ve Dersim isyanları, sadece birer güvenlik meselesi değil, aynı zamanda tanınma, hak ve temsil taleplerinin bastırıldığı toplumsal patlamalardı. Devletin bu isyanlara karşı geliştirdiği şiddetli refleksler, Kürtlerin kolektif hafızasında derin izler bıraktı.
PKK’nin Ortaya Çıkışı: İdeolojik ve Siyasal Temeller
1970'li yıllarda Türkiye’de sol hareketlerin yükselişe geçtiği bir dönemde, Kürt gençliği içinde de kimlik bilinci gelişmeye başladı. Marksist-Leninist etkilerle biçimlenen Abdullah Öcalan liderliğindeki PKK (Kürdistan İşçi Partisi), 1978’de kuruldu. PKK'nin temel iddiası, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de yaşayan Kürtlerin birleşerek bağımsız bir Kürdistan kurmasıydı. Ancak bu durum bu süreçte farklı parçalar halinde özgürleşiyor ama ileriki süreçler de ne olur onu net bir şekilde şimdilik zor görünüyor. Bu temelde önemli olan silahların susması, kanın akmamasıdır ve geçmişte yaşanan acıların bir daha tekrarlanmamasıdır.
Silahlı Mücadelenin başlama sebepleri
Silahlı mücadeleye 1984’te Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan PKK, o dönemde Kürt kimliğinin yok sayılması, ana dilde eğitimin yasak olması, zorunlu göç, işkenceler ve faili meçhul cinayetlerin çok yoğun yaşandığı koşullarda, birçok Kürt için "mecburi bir başkaldırı aracı" olarak görülmeye başladı. Ancak zamanla bu mücadele, sivillerin hedef alındığı, köylerin yakılarak boşaltıldığı, karşılıklı şiddetin sıradanlaştığı bir döngüye dönüştü.
Silahlı Mücadelenin Bedeli: İnsan Kaybı, Toplumsal Tahribat
1984’ten bu yana süren çatışmalarda resmî rakamlara göre 40 bini aşkın insan yaşamını yitirdi, 3 bine yakın köy boşaltıldı, yaklaşık 1 milyon Kürt zorla göç ettirildi. Doğu ve Güneydoğu'da ekonomik çöküş yaşandı, eğitim ve altyapı geri kaldı. Aynı zamanda milliyetçilik hem Türk hem de Kürt tarafında yükseldi; toplumda kutuplaşma derinleşti. Devletin güvenlikçi politikaları sivillere yöneldi; PKK ise silahlı mücadele sırasında sadece askeri hedeflerle sınırlı kalmadı, sivilleri de hedef alan birçok saldırıya imza atmak zorunda kaldı.
Çözüm Süreci Deneyimleri: Umut, Güvensizlik ve Çöküş
Türkiye’de PKK ile ilk dolaylı temaslar 1993’te Turgut Özal döneminde başladı. Bunu Turgut Özla'ın oğlu Ahmet Özal da kabul ederek belgeliyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’da Türkiye'ye teslim edilmesinden sonra örgüt bir süre tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak bu süreç, devletin kapsamlı bir demokratik açılım yapmaması nedeniyle kalıcılaşmadı.
Asıl kapsamlı barış girişimi ise 2009-2015 yılları arasında yaşandı. “Kürt Açılımı” ve ardından gelen “Çözüm Süreci” çerçevesinde:
* PKK ateşkes ilan etti,
* Abdullah Öcalan’ın çağrılarıyla geri çekilme planları gündeme geldi,
* Oslo ve İmralı görüşmeleri yapıldı,
* HDP aracılığıyla kamuoyuna mesajlar iletildi,
* Ana dilde eğitimin önü kısmen açıldı, TRT Kurdî yayınlara başladı ama hükümet sistemi politikaları çerçevesinde hareket etti.
Fakat süreç, şeffaf yürütülmemesi, tarafların birbirine güvenmemesi, Gezi Direnişi ve 17-25 Aralık krizi gibi ülke gündemleri nedeniyle zayıfladı. En nihayetinde 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra çatışmalar yeniden başladı. Tabi Barış Süreci'nin buzdolabına kaldırılmasıyla ipler koptu.
PKK Neden Silah Bırakmalı?
Bugün PKK’nin silah bırakması, yalnızca askeri bir karar değil, tarihle yüzleşme, toplumla barışma ve siyasete alan açma anlamına gelir.
Çünkü; silahlı mücadele, artık Kürt halkının özgürlük taleplerini temsil etmeye yetmiyor. Her ne kadar başta Selahattin Demirtaş olmak üzere çok sayıda tutsak olsa bile Kürtler siyaseten çok büyüdü. Bu Kişilerin hapiste tutulması demokratik siyasetin önünü tıkıyor. Silah bırakmayla beraber tutsaklar serbest bırakılıp siyasi çalışmalarına devam etmelidir.
Bu temelde; Türkiye’deki Kürtler büyük oranda barışçıl çözüm isteyen bir çizgide yer alıyor.
* Kürt siyasal hareketi, seçimlerde aldığı destekle meşruiyet kazanmış durumda. Bu meşruiyet silahla değil, sandıkla pekişir.
* Bölgesel koşullar değişti. Irak ve Suriye’deki denklemler, silahlı yapıları uzun vadeli olarak yaşatmakta zorlanıyor.
* Artık silah değil, hukuk, demokrasi, temsil ve müzakere dili kazanabilir.
* Barış Süreci Neden Değerlidir?
* Silahların susması:
* Devletin demokratikleşmesine katkı sağlar.
* Kürt halkının hak taleplerini şiddetten uzak şekilde dile getirmesini mümkün kılar.
* Türkiye’nin uluslararası imajını düzeltir.
* Toplumsal yaraların sarılmasına fırsat sunar.
* Gençlerin dağa çıkmak yerine üniversitelere gitmesini sağlar.
* Binlerce annenin gözyaşını dindirir.
* Ne Yapılmalı?
*PKK silah bırakmalı, ancak bu tek başına yetmez. Devletin de;
* Kürt kimliğini tanıyan,
*Ana dilde eğitimi güvenceye alan,
*Yerel yönetimlerin yetkilerini artıran,
* Kapsayıcı bir anayasa hazırlayan,
*Adil yargılamaları ve cezaevinde çözüm yollarını içeren bir program geliştirmesi gerekir.
Sonuç itibariyle silahlar değil sağlıklı diyalog sonucunda barış kazanmalıdır.
PKK’nin silah bırakması, geçmişin kapanması değil; yeni bir geleceğin kapısının aralanması olur. Bu, sadece bir örgütün değil, toplumun tamamının kaderini etkileyen bir adımdır. Barış; teslimiyet değil, ortak akıldır. Şimdi silahların değil, sözlerin konuşma zamanı.