Numan Kurtulmuş ve “Bilinmeyen Dil”


Civan Değer

Kürtçe’nin Meclis tutanaklarında “Bilinmeyen Dil” olarak geçmesi ve Demokratik Toplum üzerine olumsuz etkileri…

DAKTİLO NEWS - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş’un Diyarbakır ziyaretinde Kürtçe bir şiir okuması ve bu paylaşımın Meclis’in resmi sosyal medya hesabında yer bulması, sembolik bir önem taşısa da Kürtler arasında memnuniyet verici bir sonuç oluşturmuştu. Ancak aynı dilin, Meclis çatısı altında DEM Partili milletvekilleri tarafından kullanıldığında tutanaklarda “bilinmeyen dil” olarak kayda geçmesi, demokratik temsil ve kültürel eşitlik açısından dikkat çekici bir çelişki yaratmaktadır. Bu durum, yalnızca dilsel bir ayrım değil; aynı zamanda demokratik toplumun kapsayıcılık sınavı olarak da okunabilir.

KÜRTÇE’NİN SİYASET SAHNESİNDEKİ GÖRÜNÜRLÜĞÜ

Türkiye’de Kürtçe, uzun yıllar boyunca kamusal alanda yasaklanmış, özel alana sıkıştırılmış bir dil olmuştur. Son yıllarda sembolik açılımlar, kültürel üretim alanında görece bir rahatlama getirmiş olsa da, siyasal temsil düzeyinde bu dilin görünürlüğü hâlâ yasaklar kapsamındadır.

Kurtulmuş’un Kürtçe bir şiiri kamusal alanda okuması, devletin sembolik düzeyde çok kültürlü bir dilsel farkındalık sergilediğini düşündürürken; Meclis zabıtlarında “bilinmeyen dil” ifadesinin kullanılması, bu sembolik jestin altını boşaltmaktadır.

DEMOKRATİK TEMSİLİN TEMEL UNSURU OLARAK DİL

Demokratik toplumun en temel unsurlarından biri, bireylerin ve toplulukların kendilerini ifade edebilme hakkıdır. Dil, bu ifade özgürlüğünün özü ve taşıyıcısıdır.

Bir milletvekilinin kendi ana dilinde konuşması, yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda temsil ettiği toplumun varlığını kabul kılma biçimidir.

Bu bağlamda Kürtçe’nin Meclis tutanaklarında “bilinmeyen dil” olarak geçmesi, Kürt kimliğinin kurumsal düzeyde tanınmaması anlamına gelir. Bu durum, demokratik temsilin eksik ve eşitsiz bir biçimde işlemesine yol açar.

SEMBOLİK TANIMA İLE KURUMSAL DIŞLAMA ARASINDAKİ GERİLİM

Bir yandan Meclis Başkanı’nın Kürtçe şiir okuması gibi jestler, diğer taraftan aynı dilin tutanak sisteminde yer bulamaması; Türkiye siyasetinin “tanıma” ve “dışlama” arasındaki salınımını gösterir.

Bu çelişki, demokratik toplumun yalnızca söylemde değil, kurumsal pratiklerde de sınandığını ortaya koymaktadır. Demokratikleşme, dilsel ve kültürel çoğulluğu yalnızca “hoş görmekle” değil, resmiyette anayasal hak bağlamında kurumsal olarak tanımakla mümkün olur.

DEMOKRATİK TOPLUMUN NİTELİĞİ VE KATILIMIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Demokratik bir toplum, yurttaşların eşit şekilde katılım gösterebildiği, kimliklerinin görünür olabildiği bir siyasal alan gerektirir.

Kürtçe’nin Meclis’te “bilinmeyen dil” olarak kayda geçirilmesi, bu eşit katılımın önünde bir bariyer oluşturur. Bu durum, yalnızca Kürt siyasetçilerin değil, onları temsil eden milyonlarca yurttaşın sesinin kurumsal düzeyde silikleştirilmesi anlamına gelir.

Bu tür uygulamalar, yurttaşların siyasal sürece olan güvenini zedeler, demokratik aidiyet duygusunu zayıflatır.

DEMOKRATİK TOPLUM, TANIMA ÜZERİNE KURULUR

Demokratik toplumun gerçek ölçütü, farklılıkları ne kadar “tahammül” ettiğiyle değil, onları ne kadar “tanıdığıyla” belirlenir.

Kürtçe’nin Meclis’te hâlâ “bilinmeyen dil” olarak geçmesi, demokratikleşme sürecinde çözülmemiş derin ama kurumsal sorunu açığa çıkarıyor.

Eğer demokratik toplum, çoğulculuk temelinde yeniden inşa edilmek isteniyorsa, bu yalnızca Diyarbakır’da sembolik jestlerle değil, kurumsal tanıma ve dilsel adalet ilkeleriyle mümkün olacaktır. 


Daha yeni Daha eski