Civan Değer
DAKTİLO NEWS - Zagros Dağları, tarih boyunca Mezopotamya ile İran toprakları arasında stratejik bir geçit olmuş ve buradaki Kürtlerin, imparatorluklara karşı direnişlerinin sahnesi haline gelmiştir. Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu yendikten sonra doğuya doğru ilerlediği dönemde, ordusunun en zorlu engellerinden biri Zagros dağları olmuştur. O dönem burada yaşayan Kürtler, coğrafyanın sarp yapısını kullanarak İskender’in ordusuna gerilla tarzı hamleler düzenlemiş, dar geçitleri kapatmış ve ilerleyişi önemli ölçüde yavaşlatmıştır. Bu direniş, merkezi ve disiplinli ordular karşısında dağlı toplulukların savaş yöntemlerinin bir örneğini göstermesi bakımından dikkat çekmiş ve tarihe not düşmüştür.
Zagros coğrafyasında İskender’e karşı sergilenen bu müthiş direniş, aslında Kürtlerin tarih boyunca tekrar tekrar ortaya koyduğu bir geleneğin devamıdır. Aynı şekilde 7. yüzyıldaki Arap fetihlerinde de Kürtler uzun süre direniş göstermiş, bazı bölgeler ancak anlaşmalar yoluyla İslamlaşmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda Selçuklu, Osmanlı ve Safevi gibi güçlere karşı da benzer bir özerklik ve başkaldırı geleneği devam etmiştir.
Kürtler vadilerde ve geçitlerde ani baskınlarla düşmanı yıpratmış, dağlık yapının sağladığı korunaklı alanlarda merkezi güçlerin nüfuzunu sınırlamıştır. Dağınık kabile yapısı, dış tehditler karşısında geçici ittifaklarla birleşme imkânı yaratmıştır. Böylece Zagroslar, sadece bir coğrafi engel değil, aynı zamanda Kürt kimliğinin, özerkliğinin ve direniş geleneğinin tarihsel hafızası da olmuştur aynı zamanda. İskender döneminde ortaya çıkan bu tablo, sonraki yüzyıllarda da değişmemiş, imparatorluklara boyun eğmeyen Kürtlerin direnişi bir süreklilik içinde günümüze kadar süregelmiştir.
Adeta bambu ağacı gibi toprağa kök saldıktan sonra özgürlükler adına gök mavisiyle buluşan Kürtler sonu gelmeyen bir romana benzetilmektedir.
Bu bağlamda Kürtlerin tarihi ve mücadelesi, sonu gelmeyen bir roman gibidir! Her kuşakta yeniden yazılan, her dönemde başka bir biçimde ortaya çıkan, ama özü değişmeyen bir arayıştır. Bu arayış; var olma, tanınma, özgürleşme ve özgürleştirme mücadelesidir. Bu çetin ve uzun yolculuğu bambu ağacına benzetiyorum. Bilindiği gibi Bambu, yıllarca toprağın altında görünmeden kök salar. Onun sabrı adeta direnişle bütünleşip hücre içinde hücre hücre büyüyerek varoluş sürecini tamamlar. Azimlidir ve bu azmi zahmetsiz değil; derinleşerek, sağlamlaşarak, gelecekteki yükselişin hazırlığını yapar. Yıllarca gözle görülmeyen bu çaba, bir gün aniden filizlenir ve bambu kısa sürede göğe doğru yükselir.
Kürtlerin mücadelesi de böyledir. Yüzyıllar boyunca bastırılmış, inkâr edilmiş, parçalanmış; ama bu süreçte kültür, dil ve dayanışma kökleri derinlere salınmıştır. Bu da şu anlama geliyor ki görünmezlik, yok oluş değil; tam tersine birikimdir. Bambu nasıl ki toprağın altında zamanla güç toplarsa, Kürt halkı da tarih boyunca yaşadığı acılardan, sürgünlerden, parçalanmışlıktan olağanüstü bir güç elde etmiştir.
Bugün hâlâ bu romanın sonu yazılmamıştır; çünkü bu mücadele bir sonla değil, süreklilikle var olur. Sabır, acı, direniş ve umut, Kürtlerin varoluşunun temel kaynağıdır. Bambu nasıl ki sabrın sonunda dimdik yükseliyorsa, Kürtlerin mücadelesi de zamana yayılan bir yükseliştir. Belki yavaş, belki sancılı; ama köklerinden aldığı güçle daima yeniden filizlenerek kendi külünden doğan bir yaratıdır.
Kürtlerin hikâyesi işte bu yüzden yalnızca bir halkın değil, insanlığın sabır ve özgürlük hikâyesidir. Ve bu roman, henüz son sayfasına gelmemiştir. Bunun içindir ki bugün Rojava’da din düşmanı çeteleri yendikten sonra Kürtler orada ezilen bütün halkları, inançları bir araya getirip temel değerlerini koruyarak dünyaya model olabilecek, Ortadoğu’nun tarihi boyunca ilk kez demokrasi ile halkları buluşturuyor. Bu bağlamda sonu gelmeyen bu romanı yok sayarak insanlık düşmanı olan karanlık güçleri desteklemek geleceğimizi dinamitlemek anlamına gelir.